96
Rezensionen
verfasst
462
Produkte
im Account

Neue Rezensionen von PEZEVENG | Freaky③④

< 1 ... 8  9  10 >
Ergebnisse 91–96 von 96
6 Personen fanden diese Rezension hilfreich
21.5 Std. insgesamt (20.9 Std. zum Zeitpunkt der Rezension)
Şimdi şöyle söyleyeyim, ben yaşamım boyunca oyun oynadım, bu oyunların çok büyük bir kısmı korku ve gerilim türündeydi. Silent Hill, Dark Seed, Sanitarium, Phantasmagoria, Nocturne ve daha buna benzer onlarca oyun benim çocukluğumdu, X-Files en sevdiğim diziydi, neredeyse çıkmış bütün kaliteli korku filmlerini izledim, boş zamanlarımda gecenin bir vakti çay koyup /x/ okur, SCP Foundation’dan hikayelere bakarım, internetin karanlık köşelerine saklı hikayeleri bulur çıkartır ve daha sonra günlerce uyuyamam fakat ertesi hafta bunu yine yaparım.
En sevdiğim kitaplar korku kitaplarıdır, Clive Barker desen hepsini okudum, Stephen King desen hangi hikayesi derim, bu böyle gider.

Cthulhu mitosunu çerezler, ufo belgeselleri izler seri katillerle ilgili makaleler araştırırım, slasher türüne bayılırım, ileride evlenirsem benimle Belgrad ormanında geceleri vampir avlayacak birisi olmalı, çocuklarımı ise çeşitli karanlık varlıklara karşı bilgili yetiştirmeyi planlıyorum.

Sonuç olarak, ben korku türünün hastasıyım, benim hayatımın çok önemli bir parçasını korku kavramı oluşturuyor, ben de hayatımı onun çevresinde şekillendiriyorum, sağlıklı mı sağlıksız mı bunun üzerine çok düşünmedim, sevdiğim şey bu.

Outlast, benim gerçekten çok merak ettiğim bir projeydi. Amnesia türü, kendinizi savunma şansınızın olmadığı ve her şekilde tehdit altında hissettiğiniz FPS’lere çok daha sertli bir bakış açısı sunacak oyun, duyurulduğu günden beri radarımdaydı. Benim en büyük korkum ise oyunun Amnesia’dan çok fazla şey alması ve kendi özünü bulamayacak olmasıydı, size gönül rahatlığı ile şunu söyleyebilirim ki, Outlast ile Amnesia’nın alakası yok.

Outlast’ı oynamayı düşünenler için bir uyarı yapmam gerekiyor, bir takım panik bozukluklarınız varsa, kalbinizle ilgili sorunlarınız varsa, epilepsi gibi çeşitli krizlerle ilgili geçmişiniz varsa, bu oyunu oynamayın. Outlast, en başından beri, her anında sizi sürekli olarak tehdit ve baskı altında tutacak, psikolojinizi yıpratacak ve vahşeti beyninizde simüle edecek bir yapım.

Amnesia’da bulunan gizem, uzaktan yaklaşan dehşet ve elde ettiğiniz yalnız anlarınız Outlast’ta yok. Outlast sürekli olarak vahşetin peşinizden geldiği, nefes almak için bir dakikanızın bile olmadığı ve her adımda sizi öldürmeye çalışan varlıkların bulunduğu bir oyun.

Korku yapımları, oyun olsun, film olsun, özellikle son 5 yıldır, gösterilmemesi gerekeni size göstermeyerek işin vahşet kısmından kopup korku kısmına odaklanırken, Red Barrels, bu trende meydan okur bir şekilde Outlast’te vahşete bütün çıplaklığı ile oyuncunun tanık olmasına izin veriyor.


Grafiksel anlamda gerçekten rahatsız edici şeyler göreceksiniz (tuvaletlerin içerisinde bulunan kesik kafalar ve daha burada yazmayı tercih etmediğim onlarca rahatsız edici imaj) bu sebeple yukarıda yazdığım uyarıyı dikkate almanız gerçekten psikolojik sağlığınız için önemli.

Outlast oyuncuya rahat vermiyor, FPS kamerasının psikolojik ağırlığını ise her adımda hissediyorsunuz, bakmak zorundasınız, etrafınızda olan biten her şeye bakmalısınız, bakmazsanız atacağınız diğer adım ölümden çok daha kötü şeylere sebebiyet verebilir. Üstelik bir gazeteci olarak, görebildiğiniz her şeyi görmeli, tecrübe etmelisiniz.
Oyunda karakterimiz Miles Upshur, “yanlış” giden şeylerin olduğu bir akıl hastanesini araştıran bir gazeteci kendisi ve bu uğurda görevini yapmak için kendinden daha fazlasını riske attığını söyleyebilirim.

Bir gazeteci olarak, kendinizi savunma konusunda çok bir şey bilmiyorsunuz, zaten kendinizi savunamıyorsunuz. Sıkıntılı durumlarda yapmanız gereken tek şey ya kaçmak ya da aklınıza gelen en mantıklı saklanma noktasını bulmak, tabii bazen sizin aklınıza gelen başka varlıkların da aklına gelebiliyor.

Oyunda silah yok fakat silahtan çok daha fazla işinize yarayacak kameranız var. Kamera binlerce manyak yaratığın olduğu bir akıl hastahanesinde ne işime yarayacak diye sorduğunuzu duyar gibiyim, emin olun kameranın gece görüş özelliği pek çok kez hayatınızı kurtaracak, bu sebeple kamera diyip geçmeyin. Tabii ortada bir kamera olduğu için, sürekli olarak pili bitmesi işten bile değil. Yani kurşun arayacağınıza pil arıyorsunuz, kameranın bir kere pili bitti mi karanlıkla başbaşa bir dans başlıyor ve bu dans epey ölümcül olabiliyor, o değil de amma kamera demişim.



Outlast, gerçekten muhteşem bir atmosfere sahip. Bir korku oyunu olarak atmosferini hem muhteşem müziklerle, hem karakterleriyle hem de görsel alt yapısı ile bu denli destekleyen korku oyunu az bulunur bir nimet açıkçası.

Her yönüyle, Amnesia'dan sonra popülerleşen korku oyunları dalgasının en başarılı temsilcisi olarak öne çıkıyor Outlast. Outlast'in yanında bir de en çok beklediğim Routine var ve o da çıkarsa değmeyin keyfime.

Korku oyunlarını benim gibi seviyorsanız, Outlast, şu sıralar sizin için tam anlamıyla bir nimet, hikayesiyle, atmosferiyle, size yaşatttığı uzun süre aklınızdan çıkmayacak anlarıyla, en sevdiğiniz korku yapımları arasına kafadan girecektir.
Puanım:
10/10
Verfasst am 1. Mai 2016. Zuletzt bearbeitet am 17. Juni 2017.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
31 Personen fanden diese Rezension hilfreich
314.2 Std. insgesamt (209.7 Std. zum Zeitpunkt der Rezension)
“Korkuyordum, ancak elimdeki pompalı tüfek bana güç veriyordu. Dışarıdan gelen iniltiler yüzünde uyuyamıyordum. Her tarafa yayılmış, çürümüş et ve kan kokusuyla uykuya dalabilmek mümkün değildi zaten. Her an tetikte, her an ayakta olmamız gerekiyordu. Az önce arka odadan bir ses duydum, ama diğerleri bunu duymamış. Gidip baktığımızda ise her şey normaldi. Umarım buradan sağ olarak kurtulabil...”

Left 4 Dead geçtiğimiz sene çıktığında bir furyanın geri dönüşüne tanık olmuştuk. Zombiler karşımıza daha çok sinemada çıkıyordu. Fakat L4D'in çıkışıyla yaşayan ölülerin oyun dünyasını istilası da başlamış oldu

Valve’den sıcak temas!

İlk oyunun fanları, L4D2 çıkmadan tepkilere başlamış, yapımın birincisinden sonra pek fazla vakit geçmeden piyasaya sunulmasını protesto etmişlerdi. Bu konularla ilgili forumlar da oldukça tartışmalar dönmüş, Steam’de L4D2 boykot grubu bile açılmış. Birçok oyuncu, birinci yapıma çok destek verilmediğini söylemiş, hatta L4D2’nin aslında ilk oyunun ek paketinden “Tam sürüme” çevrildiğini bile iddia edenler olmuştu. Ancak Valve, boykot liderlerine oyunu test ettirmiş ve liderlerden Left 4 Dead 2’nin iyi yapıldığı konusunda açıklamalar gelmişti. Valve'ın bu yakın duruşu da oyunculardan büyük ilgi gördü.L4D2’de yine ilk oyunda olduğu gibi dört kişiyi yönetiyoruz. Dizi sakat bir Amerikan futbolu koçu, yerel bir televizyonda yapımcı asistanı olan Rochelle, tamirci Ellis ve kumarbaz Nick kontrol ettiğimiz karakterler. İlk oyundaki 5 boss ise geri dönmüş ve yenilenmiş durumdalar. Boomer, Hunter, Smoker, Hunter ve Witch artık daha güçlüler. Yapımda 5 adet yeni ve ilgi çekici bölümü var. Oyun aslında ilkinden daha “Tam” bir oyun gibi duruyor. Takım olarak hareket etmeli, diğer takım üyeleriyle iletişim halinde bulunmalısınız. L4D’in yapay zekası olan “Director” bu sefer daha gelişmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor ve oyunu biraz daha zor bir hale sokuyor, ancak ne kadar zor olursa o kadar eğlenceli oluyor. Her seviyeden kullanıcıların oynayabilmesine ve eğlenmesine neden olan iyi bir yapay zeka mevcut.

Mevcut değişiklikler ve yenilikler

Normal ve Expert seviyeleri dışında oyuna Realism modu eklenmiş. Bu yeni modda, takım arkadaşlarınızın siluetlerini göremiyor, ölen arkadaşlarınızı ancak bir kit yardımıyla bir kez canlandırabiliyorsunuz. Zombilerin kafalarına zarar verirseniz daha etkili oluyor ve yapımı biraz daha zorlaştırıyor.Oyunu tek başınıza oynamak istiyorsanız yine bilgisayar kontrollü takım üyeleri yanınızda olacak. Kendi arkadaşlarınızla oynadığınız kadar eğlenceli olmayabilir, ama yine de yapay zeka iyi bir iş çıkartıyor. L4D2’yi tek başınıza oynadığınız zaman da sıkıcı bir hal almıyor. Versus modu da yapımda yeniden mevcut. 4 kişi kurtulanları, diğer 4 kişi ise virüslü boss’ları yönetiyor ve 4'e 4 maçlar yapılabiliyorsunuz. Bu modda orijinal 5 boss dışında, Scavenge modundaki bonus üç boss olan Spitter, Jockey ve Charger da ekleniyor. Örneğin Spitter'ın asit havuzu içinde bulunan kişiye zamanla yüksek bir zarar veriyor. Yeni boss’lar oyuna daha çok derinlik katarak, daha eğlendirici hale getiriyor.

Yeni bölümler

L4D2 bir an bile rahatlamanıza izin vermiyor. Sürekli takım arkadaşlarınızla iletişim halinde olmalı, taktikler ve stratejiler üretmelisiniz. Dark Carnival'daki Roller Coaster yarışı ve benzeri bölümlerde çok daha dikkatli olmanız gerekiyor. Bölümlerden bazılarında saldırırken, bazı bölümlerde geriye çekilmeli ve defansif bir yapıda oynamanız gerekebiliyor. Bu da gerçekten zombiler tarafından etrafınızın çevrildiğinizi hissetmenizi sağlıyor.Yapımda sadece daha iyi bölümler değil, daha gerçekçi ve ayrıntılı çevre yapıları var. Eski oyundaki karanlık sokaklardan, daha renkli ve ilgi çekici bölümler sunulmuş. Ayrıca etrafta daha fazla silah ve mühimmat bulunuyor. Sanırız bunlardan en ilginizi çekecek olan ise yakın dövüş silahlarını da kullanabilmemiz. Katana ve elektrikli testere gibi yakın dövüş silahları farklı bir heyecan havası katabiliyor. Oyuna yeni eklenen bu özellikle elektrogitarla bile zombi öldürebiliyoruz. Valve hayranları ise ellerine “Levye” alarak Half-Life nostaljisi yaşayabilirler.

Sonuca gelirken…

L4D2 ilk oyundan daha iyi gözüküyor. Gündüz haritaları ve zombi animasyonlarındaki gelişmeler ilk ilgi çeken ayrıntılar. Zombilerin her yeri parçalanıyor. Sesler ve müzikler ise oldukça başarılı. Eğer takım oyununu seviyorsanız Left 4 Dead 2'yi kesin almalı ve arkadaşlarınızla oynamaya başlamalısınız. Takım oyununu bu kadar geliştiren başka bir FPS daha bulunduğunu sanmıyorum. Bu yapımı edinin ve arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirmeye hazır olun.
Puanım:
10/10
Verfasst am 22. April 2016. Zuletzt bearbeitet am 17. Juni 2017.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
2 Personen fanden diese Rezension hilfreich
33.4 Std. insgesamt
En baştan söyleyeyim; bu serinin ilk oyunu beni darmadağın etmişti. Hayatımda ilk defa bir video oyununa ağladığım zaman budur. Metal Gear Solid 3’ün sonunda gözlerim dolmuştu, ama yaşları içeride tutmayı başarmıştım. The Walking Dead Season 1’in sonunda ise koyverip hıçkıra hıçkıra ağladım. O yüzden ikinci sezona girerken beklentilerim yüksekti. Dizi izlerken her zaman yaptığım gibi, önce bütün bölümlerin çıkmasını bekleyip köşe bucak spoiler’lardan saklanarak sabrettim. Final bölümü de çıkınca balıklama daldım. Ve hemen söyeyeyim arkadaşlar: Telltale Games yine hayal kırıklığına uğratmadı.

The Walking Dead Season 2 (TWD), mekanikler olarak ilk oyunun aynısı. İlk oyundaki gibi burada da genel olarak o çocukluğumuzdaki “kendi maceranı seç” kitaplarındaki tatta bir çizgi izleniyor. Hikâyede başımıza gelen durumlara göre seçimler yapıyor, bu seçimlerin sonuçlarıyla yüzleşiyor, arada bir de yine seçimlerden oluşan aksiyon sahneleri yaşıyoruz.İnceleme
İnsiyatife Sahip Olmanın Derdi






En baştan söyleyeyim; bu serinin ilk oyunu beni darmadağın etmişti. Hayatımda ilk defa bir video oyununa ağladığım zaman budur. Metal Gear Solid 3’ün sonunda gözlerim dolmuştu, ama yaşları içeride tutmayı başarmıştım. The Walking Dead Season 1’in sonunda ise koyverip hıçkıra hıçkıra ağladım. O yüzden ikinci sezona girerken beklentilerim yüksekti. Dizi izlerken her zaman yaptığım gibi, önce bütün bölümlerin çıkmasını bekleyip köşe bucak spoiler’lardan saklanarak sabrettim. Final bölümü de çıkınca balıklama daldım. Ve hemen söyeyeyim arkadaşlar: Telltale Games yine hayal kırıklığına uğratmadı.

The Walking Dead Season 2 (TWD), mekanikler olarak ilk oyunun aynısı. İlk oyundaki gibi burada da genel olarak o çocukluğumuzdaki “kendi maceranı seç” kitaplarındaki tatta bir çizgi izleniyor. Hikâyede başımıza gelen durumlara göre seçimler yapıyor, bu seçimlerin sonuçlarıyla yüzleşiyor, arada bir de yine seçimlerden oluşan aksiyon sahneleri yaşıyoruz.



Fakat oynanış umurunuzda bile olmayacak arkadaşlar. Telltale yine hikâye anlamında tek kelimeyle DÖKTÜRMÜŞ. Bu oyun hakkında yazdıklarım biraz fanatiklik gibi algılanıyorsa ne olur kusuruma bakmayın, çünkü ben bu hikâyeden gerçekten çok etkilendim. Serinin önceki oyununa çok mırın kırın ederek başlamıştım, o yüzden TWD’ye karşı özel bir sevgim olmadığını bilin. Dizisini izlemedim, çizgi romanları okumadım, ve aslında The Walking Dead gerçekten fazla umrumda değil (bunu da söylediğime göre nefret dolu e-postalarınızı bekliyorum arkadaşlar). Ama bu oyuna gerçekten aşık oldum. Hiçbir oyun bana bu kadar kuvvetli duygular hissettirmemişti.

MASUMİYETİN ACIYLA DÜETİ

Size spoiler vermeden hikâyeden bahsetmenin fazla yolu yok, ama genel hatlarıyla nasıl bir şey bekleyeceğinize değinecek olursak: Seriye yabancı olmayanlarınızın bileceği gibi, oyunumuz zombi istilası altında yıkılmış bir dünyada hayatta kalan küçük insan gurupları arasındaki sosyal dinamikler üzerine kurulu. İlk oyunda savunmasız küçük bir kız olarak karşımıza çıkan Clementine’ın, bu defa biraz daha yetişkin bir versiyonunu takip ediyoruz. Artık kendini savunabiliyor, ve içinde bulunduğu gruplarda sözü geçiyor. Hikâye boyunca insanlarla etkileşimleriniz, onların size yaklaşımını ve hikâyenin gidişatını etkiliyor. Genel olarak hangi seçimleri yaparsanız yapın hikâye tek yönde ilerliyor ama önemli olan, tercihlerinize göre gerçekleşen ufak, ama hissedilir değişimler.

İlk oyun ile bu sezonun arasındaki temel fark: Duygusal etkinin hikâyeye paylaştırılış şekli. İlk oyunu oynayalarınız bilecektir; oyun boyunca sık sık hayrete düştüğümüz durumlar oluyordu. Ama oyunun sonuna kadar gerçekten yıkıldığımız bir sahne pek karşımıza çıkmamıştı (sonunda da fena yıktı ama). Bu defa tam tersi yapılmış: O hüzün ve çaresizlik hissi, hikâyenin en başından, en sonuna kadar eşit miktarda dağıtılmış. En beklemediğiniz anda olan olaylar, size baştan sonra sürekli ağzınız açık, “İnanmıyorum! İNANMIYORUM!” dedirtecek.BEYİN VAR, YER MİSİN?

Oyuna, ilk oyunun bittiği yerden başlıyoruz. Eğer ilk oyundan kalan kayıt dosyanız duruyorsa, o dosyayı oyuna göstererek ilk oyunda yaptığınız tercihlere göre aynen kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Benim gibi kerizlik edip sildiyseniz, oyun sizi otomatik olarak ortalama bir durumdan başlatıyor.

Şok edici gelişmeler daha oyunun 5. dakikasından falan başlıyor. Spoiler sayılacak gelişmeler oyunun temel özelliği olduğundan, hiçbir ipucu bile vermiyorum. Ama işte hikâye boyunca normalde asla yapmayacağınız bir çok şey yapmak zorunda kalıyorsunuz, ve hem kendi doğanızın acımasızlığına, hem Clementine’ın, hem de kendinizin aslında zor durumlarda kaldığınızda verebildiğiniz güçlü kararlara yer yer şaşırıyor, yer yer tiksintiyle bakıyorsunuz. Ve emin olun, o kararları vermek zorunda kalacaksınız. TWD Season 2, video oyunlarından alıştığınızın aksine, çoğu zaman “günü kurtarmak” üzerine değil, “kötünün iyisini seçmek” üzerine kuruyor çizdiği yolları.

Bir duygu yelpazesinin tamamını yaşayacaksınız oynarken. Tiksinecek, korkacak, sevineceksiniz. Geleceğe umutla baktığınız anlar olacak. O umutların sizden bir anda sökülüp alındığı anlar olacak. Ve ikinci sezon her şeyden çok bu “anlar”la ilgili zaten. İlk oyun biraz daha kendisini hikâyeye yayıyordu. Bu seferki ise çok daha kestirilemez, çok daha vurucu, çok daha beklemediğiniz yerden yakalıyor sizi. İlk oyundaki zor gelen tercihleri burada mumla arayacaksınız, MUMLA.

Oyun gerçekten de sizi modern hayatta ne kadar rahat yaşadığımız üzerine düşündürüyor. Bütün sezonu tek bir gecede, bütün objeleri inceleyerek ve bütün diyaloglara girerek yaklaşık 8-10 saatte bitirdim, ve bebek gibi ağlayıp zırlamam bittikten sonra tek tek sevdiğim insanları arayıp, normalde söylemeye utanacağım şeyler söyledim. Onu da yaptıktan sonra oturdum, toplumlar hangi değerler üzerine kuruluyor, insanoğlu geçmişte ne tür zorluklarla yüzleştiği için günümüzün toplumu şu an olduğu şekilde falan, delirmiş gibi bunları düşündüm. Uykusuzlukla da karışınca ortaya iyice tuhaf bir duygu-düşünce kokteyli çıktı. Böylelikle bu oyun, beni hem duygusal, hem düşünsel olarak vurmak suretiyle, en sevdiğim oyunlardan biri haline geldi.The Walking Dead Season 2, büyük ihtimalle bir kere oynayıp bir daha oynamayacağınız bir oyun. Ama aynı zamanda unutmayacağınız bir oyun. İlk oyunun yarattığı yüksek beklentileri karşılayabilen, hatta onları aşan bir oyun. Her şeyden önemlisi, klasik olarak ruhsuzluğuyla, gerçekten kopukluğuyla, insan hayatına değer vermeyişiyle ünlü olan video oyunu endüstrisine ders veren bir oyun. Devamını büyük bir merakla bekliyor olacağız.
Ne iyi?

-Derinden vuran hikâye

-İnandırıcı karakterler

-Hantal mekaniklere rağmen nefes kesen aksiyon sahneleri

-Kalbinizi parçalayacak müzikler
Ne Kötü?

-Göze batan animasyonlar

-Kontroller daha rafine olabilirdi
Puanım:10/10
Verfasst am 21. April 2016. Zuletzt bearbeitet am 22. Juni 2017.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
4 Personen fanden diese Rezension hilfreich
150.8 Std. insgesamt (130.4 Std. zum Zeitpunkt der Rezension)
İlk Mount & Blade oyununu oynayan var mı, bilmiyorum ama ben iyi hatırlıyorum. 2008 yılında çıktığında bir arkadaşımın önerisiyle tanıştığım Mount & Blade, hep özlemini çektiğim tarzda bir yapımdı. Kalradya bozkırlarında atımızı sürüyor, saflarımıza kattığımız yoldaşlarla gerçek bir güç mücadelesi veriyorduk. Her ne kadar hikaye ve grafik yönünden epey zayıf kalsa da, muhteşem oynanabilirliğiyle devam edeceği, hatta bir seri halini alacağı belliydi Mount & Blade'in.

Türk eli değmiş

Türk yapımcı Armağan Yavuz önderliğindeki Taleworlds'ün yapması ise cabasıydı ki daha sonraları bir Türkçe yama da gelmişti. Gel zaman, git zaman geçtiğimiz yıl da devam oyunu Warband bizlerle olmuştu. Grafikler her ne kadar hala çağın teknolojisinden uzak olsa da epey geliştirilmişti. Yeni karakterler ve daha başarılı bir senaryo vardı artık önümüzde. Tüm başarılı yönler korunmuş ve birçok eksik de kapatılmıştı. Bir de orijinal diller arasında Türkçe de olunca tadından yenmez bir hal almıştı. Sonuç mu? Yüzbinlerce orijinal kopyasının satışı, yüksek inceleme puanları ve sadık bir oyuncu kitlesi...

Yeni oyun Mount & Blade: With Fire and Sword duyurulduğunda da, ne yalan söyleyeyim, epey heyecanlandım. Zira kılıç, kalkan ve yayların arasına artık tüfek de dahil oluyordu.
Türkçe mi?

Öncelikle şunu hatırlatmakta fayda var; Mount&Blade With Fire and Sword'u şu anda sadece internet üzerinden alıp oynayabiliyorsunuz, bu nedenle de şu anlık Türkçe dil desteği bulunmuyor. Önümüzdeki günlerde kutulu olarak satışa sunulduğunda alıp tamamen Türkçe olarak oynayabilirsiniz veya şimdi alıp, ilerleyen günlerde yayınlanacak olan Türkçe yamayı da yükleyebilirsiniz.

Bu kısayı hatırlatmayı yaptıktan sonra dönelim yeni oyunumuza ve senaryosuna. Kalradya'nın fantastik havasından biraz uzaklaşan yeni yapım, 17. yy Avrupa'sında geçiyor. Beş ırkın, Kazaklar, Polonyalılar, Ruslar, İsveçliler ve Kırımlılar çevresinde gelişen olaylar aslında ilk oyundan oynanış mekanikleri itibariyle pek de farklı değil. Yine açık dünya bir oynanışla karşı karşıyayız, yine istersek herhangi bir ırkın yanına olabiliyoruz veya "tek tabanca" şekilde kendi krallığımızı kurmak yolunda adımlar atıyoruz.

Bildiğiniz gibi Mount & Blade serisi zaten mükemmel bir açık dünya oynanışa ve serbestliğe sahipti. Bu yönü yeni oyunda da korunuyor. Kısacası, görevler ve senaryo üzerinden ilerlemek veya kafanıza göre takılmak sizin ellerinizde. Böylelikle oyun ömrü hatrı sayılır bir şekilde uzuyor ve saatlerinizi çalıyor.Ne gibi değişikliler var

Genel oyun mekanikleri Warband'le neredeyse aynı diyebilirim. Elbette ufak tefek farklılıklar var, örneğin; artık ele geçirdiğimiz şehirlere kuracağımız askeri binalarla asker üretimi yapabiliyoruz. Hatırlarsanız, önceki oyunda bir şehiri ele geçirdiğimizde üzerimizdeki askerleri oraya koruma amaçlı bırakıyorduk ve askersiz kalıyorduk. Köy köy, şehir şehir gezerek asker toplamak da zaman kaybına hatta esir düşmeye yol açıyordu. Ayrıca artık şehirler haricinde direkt paralı asker alabileceğimiz başka bölgeler de bulunuyor. Bu da oynanabilirliğe büyük katkı sağlıyor ve köylü eğitmekle uğraşmıyorsunuz. Ayrıca artık kale kuşatmalarında da çok farklı yöntemler izliyoruz. Eskisinden farklı olarak alternatif yollarımız var.

Yeni yapımda, adından da anlaşılacağı gibi en büyük yenilik ateşli silahlar. Tüfek, tabanca, el bombası gibi ateşli silahlar bulunuyor, ama yeni icat edildikleri bir dönem olduğu için hepsi de son derece ağır kalıyor. Tüfek kullanarak düşmanınızı tek atışta öldürebilmenize rağmen nişan almak ve yeniden doldurmak hayattan bezdiriyor. Öyle ki hareket ettiğinizde dahi karakteriniz tüfeği doldurmayı bırakıyor ve baştan başlıyor. Tüm bunlar belki oyuna gerçekçilik katsın diye konulmuş şeyler ama ben sevmedim açıkçası. Eski usüllerle, kılıçla dövüşmek bence çok daha zevkli. Ekstra bir artısı, yararı da olmuyor hem tüfeğin. Özellikle Warband oynamış olanlar zaten tüfeği pek sevemeyecektir.

Başka neler var?

With Fire and Sword'da senaryo yanında custom battle ve multiplayer seçenekleri de bulunuyor. Burada yüzlerce birimin bir araya geldiği devasa savaşlar yapabilirsiniz. Yeni eklenen haritalar da gayet güzel olmuş ayrıca. Senaryonun yanında multiplayer da mükemmel bir alternatif. Oynanabilirlik olarak toparlarsak, başta da dediğim gibi bir önceki oyunun bütün artı yönleri korunarak yeni bir şeyler çıkarılmış ortaya. Hala sizi saatlerce başında tutabiliyor, hala bağımlılık yapıyor. Hem aksiyon, hem strateji, hem de rol yapma öğeleri çok iyi harmanlanmış.Teknik olarak da diyeceklerim kısıtlı, zira Warband'in grafik motoru kullanılıyor, birkaç rötuş yapılmış sadece üzerine. Işıklandırma efektleri hariç genel olarak vasat diyebilirim görseller. Ragdoll fizik efektleri biraz kurtarıyor diyeceğim, ama karakter tasarımları, animasyonlar fazla basit kaçıyor takvimler 2012'ye doğru ilerlerken. Bunun haricinde optimizasyon da biraz sıkıntılı, zaman zaman FPS düşüşleri yaşadım. Sıradaki Mount & Blade'den en büyük beklentim de yeni bir grafik motoru olacak. Zaten doğru düzgün seslendirme bulunmayan oyunda diğer ses ve müzikler başarılı. Yine de, Warband'den alınma müzikler yerine ağırlıklı olarak yenileri konulabilirdi.

Sadede gelmek

Sonuç olarak, With Fire and Sword pek de yenilik getirmemesine rağmen serinin önceki oyunlarını beğenenlerin severek oynayacağı bir yapım. Türkçe yama ve yayınlanacak diğer patch'lerle birlikte eminim daha da iyi olacaktır ki zaten TaleWorlds'ün bu konuda ne kadar duyarlı olduğunu biliyoruz. Hem Warband oynayanlara hem de diğer aksiyon-RPG seven oyunculara gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.
Verfasst am 21. April 2016. Zuletzt bearbeitet am 17. Juni 2017.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
5 Personen fanden diese Rezension hilfreich
1,136.6 Std. insgesamt (521.0 Std. zum Zeitpunkt der Rezension)
1997 yılında ilk oyunu ile piyasaya giriş yapmış; bir çoğumuzun “kuşbakışı” kelimesi ile bağdaştırdığı yegane oyundur GTA. Kafasının kelini görerek, boncuklu tabancalarla ateş ettiğimiz bu yolculuğa 2013 yılı itibariyle GTA V ile devam ediyoruz.

GTA V’i eski oyunlarından farklı kılan bir çok özellik var. Öncelikle Hollywood’un son zamanlarda bir çok kez kullandığı; farklı hayatları ortak bir noktada birleştirme senaryosu bu defa Rockstar tarafından oyuna çok başarılı bir şekilde uyarlanmış. Bu yeniliklikle beraber hikayede 3 farklı karakter üzerinden ilerleme şansımız oluyor. Monotonluktan sıkılıyorsanız bu durum sizlere ilaç gibi gelecektir.

3 karakter ile oynama imkanını ilk duyduğumda “Ulan bu nasıl olacak, tadı iyicene kaçacak” demiştim. Lakin Rockstar sağolsun lafı ağzıma tıktı ve beklemediğim bi şeklide çok başarılı bir iş ortaya çıkardılar. Oyun içerisindeki 3 karakter arasındaki geçişler çok başarılı ve kısa sürede gerçekleşiyor.Karakteri değiştirirken, kamera oynadığınız karakterden zoom out yapıp seçtiğiniz karaktere zoom in yaparak bu geçişi sağlanıyor, yani herhangi bir loading ekranı çıkmıyor. Bunu yaparken en tatlı olay seçtiğiniz karakteri çok namüsait hallerde bulabiliyor olmanız.

Her karaktere ayrı bir özellik eklemek gibi çok akıllıca bir iş yapan Rockstar, ekip olarak yapılan görevlerde istediğiniz karakterin gözünden görevi tamamlama imkanı sunmuş. İsterseniz Micheal ile helikopteri kullanabilir veya Trevor ile silahlı çatışmaya girebilirsiniz. Hangi tarafı tercih edeceğiniz tamamen size kalmış.

Oyunun hikayesine kısaca göz atacak olursak, 2004 yılında Michael Townley, Trevor Philips ve Brad Snider başarısız bir banka soygunu düzenler. Bankadan çaldıkları para ile kaçmaya çalışırken Brad FBI tarafından öldürülür. Micheal ise yaralanır.. Trevor arkadaşlarını arkada bırakmak istemese de Micheal onu kaçması için zorlar. İşler ne kadar romantik gidiyor derken aslında Micheal’ın FBI ile anlaşıp kendini tanık koruma programına aldırdığı ortaya çıkar. Oyunun story modu ise bu olaylardan 9 sene sonrası, 2013 yılından başlıyor.

Baş kahramanlarımızın isimleri Micheal, Franklin ve Trevor. “Her telden çalma” deyimi bu karakterlerimiz için biçilmiş kaftan. Kısaca karakterlerimizi tanıyacak olursak;Micheal, 2 çocuk babası, evli bir adamdır lakin ailesinde hiç bir şey güllük gülistanlık değildir. Zenginlik ailesinin başına bela olmuştur.

Franklin, San Andreas’tan Carl Johnson’ın farklı bir versiyonu olarak karşımıza çıkmakta. Siyahi çetelerin egemen olduğu bölgede teyzesinin evinde yaşayan Franklin özellikle araba kullanma konusunda oldukça yeteneklidir ve bu yeteneğini araba hırsızlığı için kullanmaktadır. Yoksulluk ve çete savaşlarından oldukça bıkan Franklin, bir kaçış yolu aramaktadır.

Ve Trevor.. Çölün ortasında bir ev, evin içinde bir adam, adamın içerisinde bir deli. Geçimini illegal yollarla sağlamaya çalışan, bölgenin en büyük karteli olma niyetindeki bu adam; oyunun en çılgın, en eğlenceli ve ahlaki değerleri ilkel düzeyde olan karakteri. Kendisinin “Rage” özelliği sayesinde “Yeminimi bozdum uleeyynn” diyip Cüneyt Arkın vari bi şekilde ortamlara dalmak sizlere ekstra bir haz verecek.

Oyunun bana göre en güzel yanı devasa haritada karşınıza çıkabilen random olaylar ve tabi ki Heist görevleri. Random Questler siz haritada yolculuk ederken mavi bir nokta olarak gözüküyor ve oraya ulaştığınızda düğünden kaçmaya çalışan bir gelin, ortağı tarafından dolandırılmış bir emlakçı, cüzdanı çalınmış bir adam veya sizi soymak isteyen bir çete ile karşılaşma olasılığınız var. Ayrıca bazı random Questler sonrasında Hesitler’da kuracağınız Crew için elemanlarla tanışma imkanınız oluyor.

Heist demişken bu noktaya da değinmeden geçmeyelim. GTA V’i serinin diğer oyunlarından farklı kılan en büyük özellik bu olsa gerek. 3 kafadarlara ek olarak ekibe üyeler kiralayarak, sunulan alternatif arasından soygun planını seçebiliyorsunuz. Seçtiğimiz plan için gerekli malzemeleri topladıktan sonra ise geriye sadece aksiyon kalıyor. Buradaki hoş bir nüans ise ekibe kiralayabileceğiniz tetkçi, hacker, şoför gibi elemanların ücretlerinin yeteneklerine göre değişiklik göstermesi. Görevin özelliğine göre seçeceğiniz elemanlara para bayılmaktan vazgeçmeyin aman ha! Araçla kaçış yapılacak bir görevde şoförü ucuza getirmeye çalışırsanız kendinizi köprüden aşağı takla atmış bir şekilde bulabilirsiniz..Yeni bir özellik olarak Rockstar kişisel cep telefonlarımızı da oyuna dahil etmeyi başarmış. IOS veya Android telefonunuza indirebileceğiniz bir uygulama ile köpeğinizi eğitip daha fayda sağlar hale getirebilirsiniz. Ayrıca online bölümde araba modifikasyonunuzu yapıp, plakanızı bile kendiniz
tasarlayabilirsiniz.

Oyunun gerçekçilik yönü serinin bu oyununda da arttırılmış. Örneğin; kamuya ait bir aracı çalmanız durumunda direkt olarak polis peşinize takılıyor. Çok hızlı giderken bi yere çarparsanız ön camdan uçabiliyorsunuz. Büyük bir soygun veya çatışma içeren bir görevi tamamladıysanız, araç sürerken radyodaki haber bülteninde olayı dinleyebilirsiniz

Çatışma kısımları da eskisi kadar kolay değil. Anlınızın çatına kurşunu yiyince bir şansınız kalmıyor bu yüzden siperi iyi almanız lazım. Tavsiyem, görevlere giderken çelik yelek alarak gitmeniz. Bazı görevlerde (özellikle son görev) hikayeyi sizin tercihinize göre yönlendirme şansı sunuluyor.

Single player yanı sıra online olarak oynamak isteyenler için de güzel seçenekler sunuluyor. Başka oyuncularla heist görevleri yapma, yarışlara katılma gibi. Tabi ki birbirinizi vurabilir ya da polisten kaçan birine yardımda da bulunabilirsiniz. Online kısımda da kendinizi geliştirme, yatırım yapma gibi seçenekler sunulmuş. Eğer Max Payne 3’deki multiplayer karakteriniz üst seviyelerde ise GTA V Online’a aktarma gibi bir seçenekte bulunuyor.

Online bölümünde kendinize belirlediğiniz bir aracı Liberty City Customs’da sigortalatıp aracı kendinize ait yapabiliyorsunuz. Bu sayede arabanız hep sizinle oluyor ve çalınma ihtimali ortadan kalkıyor. Başka biri aracınızı alırsa güvenlik sistemi ile onu arabadan indiriebiliyorsunuz. Oyun içerisinde select tuşundaki menu üzerinden pasif modunu seçtiğiniz zaman saldırı almıyorsunuz ancak aklınızda bulunsun; pasif mod arabaya bindiğinizde otomatik olarak kapanıyor. Ayrıca harita üzerinde tüm oyuncuları görme şansınız da mevcut. Pasif moddaki oyuncular gri, saldırgan oyuncular kırmızı olarak gözüküyor. Online modda oynarken paranızı ATM’lere yatırmayı da ihmal etmeyin yoksa öldürülüp paranız çalınabilir.

Oyun içerisindeki cep telefonunun mesajlar bölümünden online olan oyuncularla chat yapabiliyorsunuz. Sunulan görevlerin bazılarını tek yapabiliyor olsanız da birden fazla oyuncu gerektiren görevlerde mevcut. Tüm görevler için sizinle aynı haritada online olan oyuncuları göreve davet etme seçeneği mevcut. Aynı şekilde siz haritada gezerken de telefonunuza görev daveti gelebilir. Kabul etmeniz durumunda direkt olarak görev ekranına aktarılıyorsunuz. Online kısmı özellikle oyunu oynayan arkadaşlarınız varsa daha bi keyifli oluyor.

Oyunun hep güzel şeylerinden bahsettik ancak şahsen beklediğim ancak bi türlü değişmeyen olaylar da mevcut. Örnek olarak Driver oyunlarında, oynayanlar bilir, kırmızı ışıkta geçseniz dahi peşinize polisin düşme olasılığı vardır. GTA’da ise şehirdeki tabelaları devirin, arabalara vurun, hiç kimsenin umrunda değil. Belli ki Oyuncuyu sıkmamak adına böyle bir şey getirmiyorlar ancak daha realistik olması bakımından ek bir seçenek olarak bunun sunulabileceği düşüncesindeyim. Oyunun içerisinde oluşturulan “Mission Achivements” bölümünü önceden göremediğiniz için benim gibi takıntılı kişiler gold medal alabilmek adına görevi 2. Kez yapmak zorunda kalabiliyor. Oysa ne gerektiği bilinse ona göre görevlerde dikkat edilebilir.

Toparlamak gerekirse GTA V sizlere olabildiğince özgür, keyif alabileceğiniz bir ortam sunuyor. İster story kısmında ilerleyin isterseniz kafa dağıtmak için şehirde turlayın, golf oynayın, yoga yapın.. Liberty City sizleri bekliyor!
Puanım: 10/10
Verfasst am 19. April 2016. Zuletzt bearbeitet am 18. Juni 2017.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
6 Personen fanden diese Rezension hilfreich
2 Personen fanden diese Rezension lustig
101.8 Std. insgesamt (25.9 Std. zum Zeitpunkt der Rezension)
güzel :D
Verfasst am 6. Mai 2014.
War diese Rezension hilfreich? Ja Nein Lustig Preis verleihen
< 1 ... 8  9  10 >
Ergebnisse 91–96 von 96